|
|
Osmanlı'da Ramazan |
|
Saadet
Türkçe Admin
Kayıt: 12.07.2005
Mesajlar: 9327 Şehir: Ankara |
Kısa URL: https://ml.md/lc27077
Gönderme Tarihi: 06.Eyl.2008
1,838 defa indirildi / yazdırıldı
|
(DİŞ KİRASI)
Padişah sarayda fakirler için özel sofralar hazırlatırdı. Saraya iftara gelen kişilere iftardan sonra "Diş Kirası" adında bahşiş dağıtılırdı. Zengin kimseler halka özel yemek yerleri açar ayrımcılık olmaksızın aynı sofrada iftar açarlardı.
Ramazanın en önemli özelliklerinden biri de iftar sofralarına davetsiz gidilebilmesiydi.
Osmanlı Sarayına Ramazan ayı boyunca iftara davetsiz olarak gelinebilirdi. Bunun haricinde Osmanlı sarayının özel davetleri de olurdu.
Ramazanın ilk on gününde Padişah, ayan ve mebusan reisleriyle birlikte vükelayı saraya iftar için davet ederdi.
Sadrazamın baş köşede oturduğu bu sofra diğer iftar sofralarına göre çok daha mükellef olurdu ve hep birlikte daha çok vakit geçirilirdi.
Gelen misafirlere davete icab ve sunulan yemeği yediğinden dolayı tesekkür, muhabbeti artırma ve samimiyeti artırma güzel nida olması için
Bu sofralarda zengin ve leziz yemeklerden ziyade 'Diş Kirası' asıl büyük hediyeydi. Kahve, şerbet ve sohbetler edilirken Mabeyn Müdürü, Enderun Efendisi ile salona girerdi. Enderun efendisinin elinde büyükçe bir gümüş tepsi yer alırdı. Tepsinin üzerinde davetlilerin isimlerinin yazıldığı hediyeler olurdu. Bu hediyeler kıymetli saatler, tütün tabakalarından ve güzel kumaşlardan oluşurdu.
Bu adet saraydan yaygınlaşarak tüm Osmanlı coğrafyasına yayılmıstır. Bugün hala bazı davetlerde hala o günden kalma adete uyularak hediyeler verilmektedir.
|
Eski Ramazanlar |
|
AyGölgesi
Super MOD
Kayıt: 31.03.2006
Mesajlar: 2719 Şehir: Giresun |
Kısa URL: https://ml.md/lc87028
Gönderme Tarihi: 23.Şub.2013
2,113 defa indirildi / yazdırıldı
|
İnci Beşoğul
Eski Ramazan'lar şehir hayatında büyük bir değişiklik yapardı. Camiler şehri İstanbul kandillerle, mahyalarla ışıklara garkolur, ibadethaneler mü'minlerle dolar, bilhassa teravih namazından sonra şehrin eğlence yerleri canlanırdı.
Çarşılarda büyük bir hareket başlar, dükkânlar en temiz, en güzel mallarla donanır, sergiler açılır, buralarda türlü san'at eserleri teşhir olunurdu. Birçok adetlerini unuttuğumuz eski istanbul'un Ramazan-1 Şerif aylarında çarşılar, dükkanlar bir başka âlem olurdu. Şekerciler basılmış, yaldızlı listeler tertip ederler ve gümüş kaplı zarınedilecek derecede parlak kalaylı küplerini yaptıkları üzüm, ananas, vişne, kızılcık, kayısı, gül, koruk, portakal, turunç reçelle-riyle doldururlardı. Hususi kaplara dahi kumaş, limon, bergamud ve bunun gibi birçok şerbetlerle menekşe, ağaç -çiçeği,, demirhindi, nar ve diğer şuruplar koyarlardı.
Tesbihçiler armudi, tam yuvarlak, uçlu yuvarlak, yanm beyzi yumurta biçimi isimleriyle şekillerini tarif ettikleri nafe, mum, öd, pelesenk, kuka, gül, tırnak, bağa, yeniçıkma, sürtaşı, kehribardan otuzüçlük, doksan dokuzluk teşbihlerini perdaht ve çekmecelere istifa ederlerdi:
Bakkal, tuhafiyeci, tütüncü, kunduracı, terazi, manav, kasap hatta turşucu, kitapçı dükkanlan, kıraathanelerle, kahvehaneler bile başka bir nezafet ile süslenirdi.
Tiyatrolar gerekli tamirlerini yaparak, karagöz, perdesini kurmak hususunda istical eder, panorama, nişan atma, deniz canavan, aslanı, sinematograf, orta oyunu yerleri ayrılırdı. (1)
Ramazan'ı Şerif bir ibâdet, bir bolluk, bereket vebir neş'e ayı idi. Eski İstanbul'lular bu ayın bitmez tükenmez bereketine inanırlar, Allah'ın fakir ve yoksul evlere bile bir ferahlık verdiğini söylerlerdi.
Devlet daireleri, mektepler öyleden sonra açılır, akşama doğru başlar dumanlanır, herkes iftan sabırsızlıkla beklerdi. İftar sofraları eski hayatımızın artık unutulmuş güzelliklerinden biriydi. Bir eski Ramazan sofrasını şu satırlar anlatmaktadır:
(.... En küçüğümüzden, en büyüğümüze kadar on, oniki kişi sabırsızlığımızı duâların kerameti ile gidererek topu nasıl dindar ve hürmetkâr beklerdik. Bembeyaz başörtüleri içinde kadınların oruçtan sararmış yüzleri bir nevi şevkatle ruhanileşirdi. Gözlerini yanı-başındaki saatten ayırmayan erkekler ufak bir sandalye gıcırtısından bile huysuzlanırlardı. Ah o iftar sofralarının güzelliği, çini tabaklar içinde bir çiçek gibi rengarenk duran reçelleriyle, etraflarını birer hilâl gibi olan kokulu yarım simidleriyle âdeta bahçe güllüklerini andırırlardı.
Çorbaların biberli buğusu, kıymalı yumurtaların nefis kokusu odayı iştaha ile çoğaltan bir havayabürürdü. Mermer musluğun yanındaki kayık tabaklarda kabaran dolgun güllaçları kartoplarına benzetirdim. Bakır maşrapalarla billur sürahilere yavaş yavaş boşaltılan sular, içimizdeki hararete âdeta ince bir serinlik çizerdi. Hâlâ beklenen top atılmazdı. Her dakika sanki birleşirdi.
Top patlar patlamaz bütün sofradan bir (Besmele-i Şerif) fısıltısı havalanırdı. Bana en müessir gelen an o an idi. Reçeller simidleri dolanarak çukur tabaklarda çorbaların dumanı tüterek, billûr bardaklardan sular âdeta bir hasretli öpülür gibi içilerek sessiz sedâsız yemek yerdik. Kimi önünden geçerken imrenip aldığı ekmek ayvasını getirirdi. Kimi kendi eliyle yaptığı limonatayı iştihasını tıkayacak kadar çok ve çabuacak içerdi. Falan camideki mukabelecinin sesinden, falan vaizin sertliğinden, o gece gidilecek misâfirlikten lezzetle bahsederlerdi..
Yemek sonlarına doğru bizim sokaktan ekseriya Eyyüp işi küçük davullarını çala çala "Hela sayelasa"cı bir iki çocuk geçerdi. "Ahmediye"deki Karagöz "Kanlı kavağı" oynayacağı gece onlardan biri diğerine:
Hey oğlan bir çeyneği kopardım, gece gidiyorum, sen de gelsene, diye bağırırdı.
Ah bu sesi akıllarına getirse de bizi de yollasalar diye içimiz titrerdi. Gözlerimizde âlevler çaktıydı. Yaşar arkadaşlarına hüzünlü hüzünlü, ağabeyin bırakmıyor ki, "Semiyiye'ye teravihe gidecekmi-şiz" diye cevap verdi.
Hanım ninemiz
Aferin şu çocuğa!. Namazında niyazında bir delikanlı, Allah tuttuğu işi kolay getirsin. Karagöz de çocuklan hergün nesine imiş. İbadet de kötülük de küçük yaşta öğrenilir, demez mi?..
Evin büyüğü gözlerini aça aça:
Ne Karagöz'ü, öyle şeyleri aklınızdan çıkarın küçük beyler diye kesip atırdı. (1)
Orucun sersemliği asıl böyle vakitlerde başımıza çökerdi. Vezir pamaklan boğazımıza dizilir, güllaçlar avurdumuzda büyürdü. (2)
İftardan sonra çocuklar eğlencelere, büyükler teravih namazına giderlerdi. Saraylarda, konaklarda zengin ve kalabalık evlerde teravih namazlan Ramazan için aylık verilen imamlar tarafından büyük bir salonda topluca kılınırdı. Kadınlarla, erkeklerin yerleri kafesli paravanalarla yahud içiçe odalarla birbirinden ayrılırdı.
Geçen asırda ve Abdülaziz devrinde İstanbul'da birinci derecede Beyazid, ikinci Fatih, üçüncü Ayasofya pek kalabalık olurdu. Bu devrin son senelerinde vükelânın rağbeti üzerine Nuruosmaniye'ye hayli halk toplanırdı.
İftarı, teravihden sonra eğlenceler, gezilerle (sahur) takip ederdi. Şehirde Ramazan'ın geldiği davulla ilân olunur, sahur vakitleri mahalle bekçileri oruç tutacakları davullarla uyandırırlardı. Sahur yemekleri de çeşitli olur, bilhassa yaz mevsimlerinde hararet verecek şeylerin yenmesinden çekinilirdi. Hoşaflar şerbetler içilirdi.
Bu ibâdet ayının en şaşaalı geceleri 15. gece ile Kadir gecesi idi. Ramazanların 15'de Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Saâdet Padişah ve teşrifata dahil zatlar tarafından ziyâret edilir, Kadir geceleri, mü'minlerle dolardı. O gece camilerde (Sakalı Şerif)'de Tekbirlerle, tehlillerle ziyaret edilirdi. (3)
(1) Menakibi İslâm Ahmet Rasim
(2) Ayrılıklar, Ruşen Eşref
(3) Dünden bugüne-Sernıed Muhtar
|
Osmanlı'da Ramazan |
|
berat özgün
Aşçıbaşı
Kayıt: 01.06.2017
Mesajlar: 24 Şehir: İzmit |
Kısa URL: https://ml.md/lc125757
Gönderme Tarihi: 02.Haz.2017
725 defa indirildi / yazdırıldı
|
THY Skylife
Geçmişten bugüne İslam coğrafyasında bayramlar ve bayram yemekleri her daim çok önemli olmuştur. Bayram öncesi çarşı, pazar, sokaklar, konaklar ve saraylarda başlayan hazırlıklar birçok yabancı seyyahın notlarında önemli yer tutar.
Yabancı seyyahlar ramazanın gelmesiyle değişen sosyal iklimden bahseder. Bu iyimser ve hoş hava özellikle bayram zamanı zirveye çıkardı. Sultan İstanbulda ise kutlamalar daha şenlikli geçerdi. Sokaklarda hokkabazlar, ip cambazları gösteri yapar; kukla, gölge oyunu ustaları hünerlerini sergilerdi. Hemen her yerde müzik icra edilir ve denize kadırgalar indirilirdi. Şehrin her yerine salıncak ve dönme dolaplar kurulur, sokakta insanlara çiçek suları, meyveler ve ekmekler ikram edilirdi.
Ramazan Bayramı ulvi bir dinî bayram olduğundan herkes gücü ölçüsünce bolluk içinde yemek-içmek ve misafir ağırlamak için elinden geleni yapardı. Tertemiz, yepyeni kıyafetler çok önceden hazırlanır ve bayram boyunca giyilirdi.
İhtiyaç sahiplerine, Ramazan Bayramı boyunca kesilen koyunların etlerinin yanı sıra ekmek ve para dağıtılır, hastaları görmeye gidilir ve öksüzlere yardım edilir, mezarlık ziyaretleri yapılırdı. Birbirleriyle küs olan Müslümanların bayram sırasında barışması yabancı seyyahların övgü ve hayranlıkla bahsettiği bir gelenekti.
Osmanlıda bayram namazı sonrası Bayram Alayı ismi verilen geçiş töreni yapılır, ardından başlayan eğlence ve yemek yeme süreci bayramın son gecesine kadar devam ederdi.
Ramazan Bayramı boyunca özellikle devlet ricalinden ve kibar sınıfından olanlar birbirlerine hediyeler alırlar, karşılıklı ziyaretler gerçekleştirirlerdi. Sarayda da bayramlaşma geleneksel düzene göre bir merasim ile gerçekleşir, sonrasında yemekler yenir ve yeniçerilere yiyecekler dağıtılırdı.
Zengin konaklarında aşçılar bayram akşamları için kurabiye ve helvalar hazırlardı. Osmanlı döneminde bayram sofralarında pilavlar, dolmalar ve zeytinyağlıların yanı sıra et yemekleri ve baklava sofranın baş tacı olarak masada yerini alırdı.
|
Osmanlı'da Ramazan Gelenekleri |
|
Somuncu
Türkçe Admin
Kayıt: 25.05.2007
Mesajlar: 5856 Şehir: Ankara |
Kısa URL: https://ml.md/lc171533
Gönderme Tarihi: 18.Nis.2023
468 defa indirildi / yazdırıldı
|
https://www.hurriyet.com.tr
11 ayın sultanı Ramazan Osmanlı döneminde heyecanla beklenirdi. Ramazan’ın habercisi hilali müjdeleyenlere 150’şer kuruş verilirdi.
ZİMEM DEFTERİ
Osmanlı’da Ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan Zimem defterini yani veresiye defterini çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekununu yaptırıp, “Silin borçlarını… Allah kabul etsin” der, çeker giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.
YAZ TATİLLERİ ÜÇ AYLARDA OLURDU
Cerre çıkmak Ramazan geleneklerinden birisiydi. Osmanlı Devleti’nde medreselerde yaz tatilleri “Üç Aylar”da verilirdi. Bu tatillerde seçilmiş medrese talebeleri hem kendi bilgilerini pekiştirmek, hem de dinî konularda halkı aydınlatmak için İmparatorluğun farklı bölgelerine gönderilirlerdi. Bu gönderme olayına “cerre çıkmak” denirdi.Medrese öğrencileri için cerre çıkmayı bir noktada bugünkü üniversitelerin staj eğitimleri gibi anlaşılmasında da bir sakınca yoktur.
Osmanlı’da Ramazan’da halk, eşine-dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınılırdı. Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dâhil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.
ARİFE ÇİÇEĞİ
Osmanlı’da bayramların bilhassa çocuklar için ayrı bir yeri vardır. Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara “Arife Çiçeği” denilirdi.Osmanlı'dan gelen “Arife Çiçeği” kavramı; bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce, yani Arife günü, giyerek dolaşması olarak tanımlanırdı.
OSMANLI'DA BAYRAM
Osmanlı’da bayram, Sultanın bayram namazı için camiye gelişiyle başlardı. Namaz sonrasında saraya dönen padişah önce annesinin elini öpüp ardından diğer aile efradıyla bayramlaşırdı. Padişah, bayram tebriğinin ardından güzel işlemeli keselerle çocuklara para saçarak onları sevindirirdi.
YÜRÜME ADÂBI
Merdivenden çıkarken erkek arkadan gelirdi ki hem vücudu ifşa olmasın hem de hanımı düşerse tutabilsin diye. Aynı sebeple merdivenden inerken yine erkek önden inerdi. Yolda küçük, büyüğünün önünden yürüyemezdi.
KAHVENİN YANINDA SU VERİLMESİNİN NEDENİ
Kahvenin yanında su gelirdi. Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi.
KAPI TOKMAĞI
Kapıların üstünde iki tokmak olurdu; biri kalın biri ince. Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu. Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da bir mahremi (kocası, oğlu vs.) açardı.
PENCERENİN ÖNÜNE KOYULAN ÇİÇEKLERİN ANLAMI
Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde hasta var. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma.” anlamına gelirdi. Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu evde gelinlik çağına gelmiş , bekar kız var. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme” anlamına geliyordu.
KAVUKLARIN ANLAMI
Osmanlı’da yüzyılın başında giyilen kavukların şekli ve cinsi herkesin sınıf ve mesleğine göre değişirdi. Kavuğun şekline bakarak o kimsenin mensup olduğu sınıf herkesçe tanınırdı. Böylece kavukların her biri bir sınıfın âdeta âlamet- i farikası haline geldiği için bir kimse bir başkasının giydiği şeyi giyemezdi.
OSMANLI'DA KAHVEHANELER
Mahalle kahveleri, günümüz kahvelerinden farklı olarak, ilmi, edebi konuşmaların, tarih sohbetlerinin yapıldığı ve hatta şiir ve manzumelerin okunduğu, hikâyelerin anlatıldığı, bilmeyenlerin, bilenlerden istifade ettiği yerlerdi.
|
|
Osmanlı'da Ramazan Tarifleri Diğer Konular
|
|